“Eylül’e girdim, Eylül’e girdim… Her ömrün bir Eylül’ü vardır… Onca yaşadım… Şimdi bildim”
Ne de güzel söylemiş Murathan Mungan… Ve ben yine Eylül’e girdim! Her ömrün bir Eylül’ü varmış işte, benim ömrümün Eylül’ü dili geçmiş zamanın mış’lı bir eki artık! Acıtmayan, çok daha az kanatan, daha da büyük kabuklar bağlayan bir EYLÜL…
Öyle güzel bir ay ki Eylül.
Eylüller üzerine o kadar çok yazasım var ki!
Hem kimlerin yazası gelmemiş ki? Nice şairler ne şiirler yazmışlar onca yaşayıp şimdi bildikleri bütün eylüllere dair!
Bütün hüzünlü, toprak kokulu, daha yalnız, daha deli, daha kimsesiz zamanların baş tacı…
Bugün şiir tadında yazasım var…
Kısa kısa, devrik ve yarı öznesiz yarı yüklemsiz…
Daha Nazım, daha Cemal Süreyya, daha İlhan Berk, daha Ahmet Altan ve biraz daha Edip Cansever tadında…
Baylar!
Bin dokuz yüz seksen birdeyiz
Karşınızda eylülün sesi
…
Ve kendime Eylüle dair küçük birkaç not: Sanırım bu Eylül’de yeni bir yağmurluk almanın vakti geldi, saatlerce yağmurun altında kalmak doğadan aldığım en büyük haz olsa da biraz daha dikkatli olmakta fayda vardır hem belki de 🙂 Ayrıca belli ki bu Eylül’ün toprakla buluşması daha güzel ve daha yoğun olacak ve çekilen her yeni fotoğraf bir önce ki Eylül’ün kalan bütün tortularını silecek. Kafam da Eylül ayına dair yepyeni, pırıl pırıl bir sürü proje var.
Hepsi Eylül’ü hepsi yağmurları bekliyor…
Küçük notlar demişken sanırım ben en çok ayların üzerine yazmayı seviyorum. Her ay başka güzel, ama Haziran’ın bütün sıcaklığını silen en huzurlu ay…
Ve sen yine hoş geldin Eylül!