Teknolojinin hayatımız neredeyse bütün alanını kapladığı XXI. yüzyılda, içinde bulunduğumuz “yazma alışkanlığını kaybetme girdabından” herkes payına düşen eksiklikleri fazlasıyla alıyor. Ben teknolojinin olumlu yönlerini bir kenara bırakarak, direk olumsuz yönlerini ele almak istiyorum. Evet, teknolojinin görünmeyen ama en etkili noktası, tam olarak biz yazarları etkiliyor. Özellikle de blog yazarlarına. Bir çoğumuz el yazısı yazma alışkanlıklarımızı öyle yitirdik ki, neredeyse bu alışkanlığımızı kaybeder olduk. Güzelim el yazılarımızı unuttuk gitti. Bu konuyu direk kendimden örnek vererek açıklayacağım. Ben yazı yazma alışkanlığımı son dönemlerde iyiden iyiye kaybeder oldum. Sanırım en uzun el yazımı üniversite döneminde yazmıştım. Sonrası hep kesik kesik, hep bilgisayar ve tabletler üzerinden devam etti… Bir kafede ya da herhangi bir yerde elime karalamak için bir kağıt aldığım zaman, yazacağım yazının ilk giriş cümlesinde olmasa bile bir kaç kelimeden sonrasında ilkokula yeni başlayan talebeler gibi sendeliyor, yazı yazarken harflerin canına okuyorum. Kalemim kağıtla her temas ettiğinde, kelimeler birbirine dolanırken, bütün harfler neredeyse kendi aralarında raks ediyor.
Yine alelacele bir şeyler yazmaya çalıştığım bir gündü. Sol elimde kalemim. Dirseğimi dayadığım ahşap masanın üzerinde dağınık kağıtlarım vardı ve kulağımın duyduğu cümleleri hızlıca karalamaya çalışıyordum. Ben yetiştirmeye çalıştıkça daha da karışıyordu harfler birbirine… İşte bunların hepsi el yazmalı kağıtlardan uzaklaşmanın zararlarıydı aslında. Peki teknolojiye kapılıp giderken ben, kırmızı boyalı kurşun kalemim nerelerdeydi? Ya saman kağıtlarımın kokuları… O kokular, dokunuşlar gibisi var mıydı? Satır satır el yazmalı mektuplar, sandık lekeli defterler, her bir sayfasına nakış gibi tarihlerin işlendiği metinler, belgeler, fotoğraflar…
Her biri hem koca bir tarih arşivi, hem de en güzel anılar dizisi olurken ömrümde. Ben ahşap çekmecelerimde yaşayan o tarihleri incelerken hiç zorlanmadım aslında. Hepsi önümü aydınlatan bir ışık zinciriydi. Babamın el yazma kitapları, günlükleri, sakladığı gazete arşivleri ve hatta fotoğrafların arkalarında üşenmeden not düşülen yazılı tarihler ve açıklamalar; o kadar yardımcı oldular ki bana. İhtiyacım olan bütün soruların cevabını rahatlıkla bulabildim o el yazmalı arşivlerde. Dokunarak, hissederek, o sarı kağıtların kokularını içime çekerek hemde.
Tamam belki bu aralar çok ihmalkar bir blogger oldum. Bırakın not defterlerime el yazıları yazmayı, bilgisayar başına bile geçmiyorum bu aralar. Halbuki aklımda yazılmayı bekleyen yığınla cümle var… Neyse ki aklımda biriken cümlelerin bazılarını yağmurlu bir 26 Ekim günü hemen önümde duran gri kaplı not defterime yazmıştım. Her ne kadar unutulmaya yüz tutmuş canım harflerimin birbirine karıştığı karışık el yazılı defterimde sayfalar dolusu boşluklar olsa bile, bu satırlarım da yeni bir Haziran ayında yerlerini yeniden aldılar işte. Hem teknolojinin en büyük icatlarından biri olan bilgisayarım da hem de el yazı defterimde 😉
El yazılarıyla başım belada…
previous post