Antik bir şehre küçük bir yolculuk…

by Hilal BAYAR

25 Mart Cuma /4

Dört günlük kısa bir Ege kültür turundan herkese merhaba!

Yolculuğumun ilk günü deli gibi bir yağmur yağıyor. Saat 05:51 suları. Edremit’e girdik. Camdan dışarıyı izliyorum. Yağmur damlaları çok güzel görünüyor ve zeytinlikler! Güneşse yüzünü hiç göstermiyor. Bursa, Balıkesir, Çanakkale. Bu yollar bana neden hep çocukluğumu hatırlatıyor? Soğuk ve şehirler arası bir otobüs yolculuğundayım ve yine o yollarda yağmurlar yağıyor, sonra dağılıyor bulutlar ve her yer çocukluğum kokuyor… Edremit’e 4, Çanakkale’ye 140 km mesafedeyim. Kaz dağları (Kaz Dağları aynı zamanda İda olarak geçer.) bulutlar, yağmurlar ve zeytinlikler. Biraz yorgunum. Oldum olası kurtulamadım otobüs yolculuklarında uyuyamama psikolojisinden. Eğer ben uyursam, otobüsün kaptanı da uyuyakalıp kaza yapacak gibi gelir hep bana. Her dalışımda yeniden paniklerim ve uyanırım. İşte yine öyle bir yolculuğun sabahındayım. Her yer buram buram tarih ve sanat kokuyor. Acaba Homeros, İlyada ve Odessa’yı yazarken neler neler hayal etmiş bu kırmızı topraklarda. Şüphesiz kör bir şairin hayal dünyası hepimizinkinden daha da geniştir.

1406:30 /Akçay’dan Asos’a doğru devam ediyoruz yolumuza. Akçay’da yaşayan yerli halk su parası ödemezmiş, çünkü Kaz Dağlarından gelen su bol olduğundan devlet halktan su parası almazmış. Türkiye’nin ilk Etnografya Müzesi de bu bölgede bulunan Güre’dedir. Güre’de yaşayan köylü Ali amca gelen turistlere, geçmişte yaşayan yörüklerin kıyafetleri sergiler ve o yörüklerin yaşantılarını yıllardan beri anlatırmış.  Etrafa bakıyorum, neredeyse bütün yazlıklar bomboş. Altınoluk’a varınca yol kenarında Afrodit Tatil Köyüne takılıyor gözüm. 20 yıl öncesine gidiyorum, çocukluğuma. İlk kaydıraklı havuzdan o tatil köyünde kaymıştım ben. Sonra mavi boncuklar satın almıştım ve yine o mavi boncuklarla vermişti kasada duran garson, vanilyalı dondurmamı. 15

Ertesi gün saat 09:20 sularında tekrar geçiyoruz Altınoluk’tan. Altınoluk ilçesi ismini buz gibi suları olduğu ve altın gibi parladığı sularından alıyor. Sadece suları değil şehrin tarihi de altın gibi parlıyor. Altınoluk’ta Antandros kentinin kalıntıları bulunmuş zamanında. (Mozaikler ve hamam kalıntıları.) Dünya’da zaten İlk hamamı Romalılar yapmış ve kullanmışlar. Bu bölgelerde dikkat ederseniz birçok hamam kalıntısına rastlayabilirsiniz. Bölgenin en güzel hikayesi de işte burada Altınoluk yolunda başlıyor. Altınoluk boyunca ilerlerken her yerde bu adından bahsedeceğim kızın portresi çarpıyor gözüme. Yavaşlıyoruz… Sol tarafta Adatepe Zeytinyağı Müzesi var. Küçükkuyu Merkez’in caddeye bakan tarafında yer alıyor bu müze. Müzenin her yerinde Refika’nın fotoğrafları var.

story_imageEski zamanlarda buralarda Refika (Refeka) adında Rum asıllı bir kız yaşarmış. Refika bütün bölge halkını eğlendirir ve şarkılar söylermiş. Çok güzel bir kadınmış. Aslında Adatepe Köyü’nde yaşamış Refika… Dünya’nın resmi olarak yapılan ilk güzellik yarışmasını kazanarak, ilk güzellik kraliçesi olmuş. Sonra Refika Birinci Dünya savaşı zamanında, yunan bir yüz başına aşık olarak Yunanistan’a yerleşmiş. Yöre halkı ise ‘Ah Refika, vah Refika’ diye ağıtlar yakmaya başlamış. Adatepe Köyü (Türkmen Köyü) (Yeşilyurt Köyü) kıyıdan 3-4 km gidildiğinde tepelerde kalıyor. Zeus Altarı’na çok yakın bir köy. Bütün evlerin bacalarından dumanlar tütüyor. Her evin bacası var ve evlerin hepsi taşlardan yapılmış. Köyün girişinde bulunan köy kahvesinde köyün yöresel tatlarından olan otlu peynirli gözlemeden yiyoruz. Sonra mis gibi kokan zeytin çiçeği kolonyasından alıyorum. Dört bir tarafımdaki bütün evler sanki çocukluğumdan kalma kartpostallardaki evler gibi duruyorlar karşımda. Her evin çatısı dik saçtan yapılmış ve camları kapatan ahşap pervazları var. Camların ortalarında ise küçük bir kapı duruyor. Kapı ortalarında demirden tokmaklar. Bence Kaz Dağlarının ardında saklanan Rum ve Türklerin yüzlerce yıl birlikte yaşamış olduğu Ege köylerinin en güzeli bu köy. Evler, sokaklar o kadar güzel ve doğal ki… Köy sokaklarında yürürken büyüleniyor insan. Refika’yı düşünüyorum, onun yaşadığı bu toprakları, Zeus’un Truva savaşlarını yönettiği bu tepeleri! Hepsi muazzam. Zeus Truva savaşlarını Adatepe köyündeki altardan yönetir ve izlermiş. Çok çapkın bir adammış Zeus. Elli tane eşi varmış.  Dünya’nın ilk rüşvet olayı da Kaz dağlarında olmuş. Bütün oyun ise hep o çapkın Zeus’un bir kaz çobanına yön vermesiyle ve Kaz çobanın da en güzelin Afrodit olduğuna karar vermesiyle olmuş. Bu kararla birlikte Truva’da on yıl sürecek bir savaş başlamış. Büyük İskender bin tane sığır kurban etmiş bu şehre. Aynı zaman da on yıllık savaşın başladığı lanetli şehirmiş Truva. Hem kutsaldır, hem de lanetli. Truva’nın laneti inanışa göre yüzyıllara uzanmış. Hatta internet oyunlarında sitelere bulaşan virüslere dikkat ederseniz Truva atı vardır hepsinde…  UNESCO tarafından ise Türkiye Dünya mirasına alınan ilk yerdir. Her açıdan önemlidir kısacası.

Edremit, Altınoluk, Akçay ve Ayvalık ayaklarımızın altında. Uzun ince keskin yamaçlardan şehre doğru iniyoruz.

33Zeus eminim ki bu tepeden Truva savaşlarını yönetirken, bütün heybetiyle izlemiştir ayaklarının altında kalan şehri. Gel gelelim Ayvalık’a.  Ayvalık, Kaz Dağlarında bulunan 22 tane irili ufaklı adaya sahiptir ve buranın ölüsü, delisi, kedisi meşhurdur. Adaların her birinin isimleri; Tavuk, Kara, Lale, Çıplak, Tımarhane diye geçermiş. Delisi neden meşhur derseniz Ayvalık’ta delirenleri buraya gönderirlermiş, İmbat rüzgarlarında aklı başına tekrardan gelenler şehre geri dönermiş. Delirmeye devam edenler iste ömürlerinin sonuna kadar burada yaşarlarmış. 1700 tane kedisi varmış bu köyün. Yeşilin bin bir renginin içinde barındıran ve Dünya’da sadece burada yetişen, elliden fazla bitki çeşidine sahip olan bu güzel köy benim gibi yazma merakı olanların en uğrak yerlerinden birisiymiş. Gerçi ben kediden çok köpek gördüm ama olsun. Bir yanda böyle garip hikayeler bir yanda Refika! Hangi yaşam daha çok yüreğe dokundu derseniz? Tabi ki Refika derim ben!

1708:30 / Asos, Behramkale, Hüdaverdi Camii ve Athena Tapınak kalıntıları… 326 metre yükseklikteyiz. Behramkale’ye giriş yaptıktan sonra, sıcacık saç sobanın yanı başında keyifli bir kahvaltı yaptık. Soframızda yörenin organik bütün lezzetleri vardı. Kahvaltımızı yaptıktan sonra, uzun bir yürüş, fotoğraf tadı ve yörenin meşhur damla sakızlı Türk kahvesi… Kahvemizi içtikten sonra yörüklerin eğlenceli sohbetlerine bir müddet eşlik ettik. Yeni tanıştığım sıcak kanlı insanlardan birkaçıyla aynı meslek grubundan olmamız dolayısıyla sanırım kahvenin tadı daha da keyif verdi. Kahvemi yudumlarken bir ara uzaktaki evlerden birinin bacasından tüten dumana takıldı gözüm. Çocukken yaz, kış demeden bacalarından duman tüten evler çizerdik. O geldi aklıma. Sanırım kışı özlüyorum… Gözüm köy çocuklarını arıyor, fakat sokakta hiç çocuk yok. İlerliyoruz. İlk olarak Türkiye’de alçısı mihraptan (toz pembe) olan iki camiden sadece birisi olan ve I. Murat zamanında tekrardan restore edilen o kutsal camiyi ziyaret ettik. Caminin iç duvarlarında Osmanlı gemileriyle süslenmiş eserler var. Abartıdan uzak, fazlaca sade bir mimarisi var. Avludayız. Daha sonra Asos’a çıktık. Ege Denizi ve Yunan Midilli Adası ayaklarımızın altındaydı. Midilli Adasının nüfusu Çanakkale’nin nüfusuyla aynı orantılıymış.  O koskoca adada yaşayan insan sayısının azlığını duyunca şaşırmadım desem yalan olur sanırım. Adanın her yeri zeytin ağaçlarıyla doluydu. Bir süre Midilli Adasını seyrettikten sonra arkamda duran binlerce yıllık tapınağa bakıyorum. Athena Tapınağı 520 yıllarında yapılmış. Gözlerimizin önünde enfes bir doğa manzarası ve deniz parıltılarıyla, Asos’u kıymetli kılan birçok özellik var. MÖ. Lelekler, Libyalılar, Persler ve sonra Büyük İskender! Ticaret yolları Doğu ve Batı Roma… Aristo’nun üç yıl yaşadığı, halka mantık dersleri verdiği ve şiirler yazdığı koca şehir Asos. Burada evleniyor Aristo. Asos’lu bir kıza aşık oluyor. Pitas adında dünya güzeli bir kızı oluyor. Sonra Hz İsa’nın 12 havarilerinden Sempol Asos’u ziyarete geliyor. En önemlisi bu topraklarda Hristiyanlık kabul ediliyor. 27Bu bölgenin her yeri ayrı bir güzellikte. Her metrekaresinde binlerce yıllık tarih var. Kimilerine göre tatil beldeleri ve bu şirin köyler yazın en sıcak aylarında tercih edilse ve güzel bulunsa da bana göre ilkbaharın ve sonbaharın tadı bir başka oluyor bu topraklarda. Adanın boş sokakları, bacalardan tüten dumanlar, taş evler ve sokak hayvanlarıyla tam bir huzur alanı. Popüler olan mekanların aksine Kaz Dağlarının içinde saklanan, gezip ve görülmesi gereken çok daha özel köyler var aslında buralarda. Daha bakir, daha keşfedilesi. Mümkünse hep öyle kalsın keşfedilmeden. 

3414:37 Bozcaada / Tenedos Adası ve Tenedos Kalesi

Bozcaada dünyanın en güzel 4. Adası olarak kabul edilir ve bu ada bir diğer adıyla Bohçaada olarak bilinir. Adaya vardığınızda bütün ihtişamıyla Tenedos Kalesi karşılıyor bizi. Kalenin ne zaman ve kim tarafından yapıldığı bilinmiyor; fakat Cenevizliler ya da Venedikliler tarafından yapılmış olabileceği söyleniyor. Çünkü Cenevizliler ve Venediklilerin denizlerdeki hakimiyeti eskiden beri bilinen bir gerçek. Kalenin görkemini bir süre inceledikten sonra adanın arkalarında kalan saklı koylara doğru ilerliyoruz ve Akvaryum koyu bütün güzelliğiyle bize merhaba diyor. Yeşilin ve mavinin bütün tonlarıyla saklanmış bir güzellik Akvaryum koyu. Adeta ismi gibi denizin dibi de görünebiliyor. İçinde elliden fazla balık yaşıyor bu koyda. Adada mavi bayrağa sahip olan diğer önemli koylar ise; Ayazma Plajı ve Habbela (Mitos) Plajıdır.  Az ileri de Gökçeada (İmros) buraya da uğrayın dercesine göz kırpıyor bize. ‘Rüzgar alan ada’ demekmiş Gökçeada; fakat daha rüzgar gülleri santraline gelmeden yağmur bastırıyor adaya. Yağmur her zamanki gibi daha da heyecanlandırıyor beni. Türkiye’nin 3. büyük enerji santrali olan Bozcaada Rüzgar güllerine doğru ilerliyoruz, cama vuran yağmur taneleri eşliğinde. Etrafta birkaç köylü bahçelerde dolanıyorlar. Onun dışında her yer çok sessiz ve sakin. İki tarafı ağaçlarla çevrili patika yolu geçtikten sonra Rüzgar güllerine varıyoruz sonunda. Anaç karakterli oldukları için genellikle bayan isimleri verilirmiş. Filiz, Zeynep gibi… Sadece 1 tanesi 82 bin ağaca eşdeğer oksijen tasarrufu yapar ve 2500 kişiye yetermiş. Bozcaada’daki enerji santrali Türkiye’nin 3 büyük enerji santralinden sadece biriyken, ülkemizdeki en büyük Rüzgar gülü santrali ise Çeşme’dedir ve yükseklikleri 44 metredir. Bozcaada’da 17 tane Rüzgar gülü vardır, çünkü Çanakkale’nin plakası 17’dir. Eğer ki Rüzgar gülleri kuşların göç yollarına kurulursa sadece onlara zarar verir!  Rüzgar güllerini ziyaretimizin ardından, eski Türk ve Rum evlerinin arasında tarihi bir yolculuğa çıkıyoruz. O yapıların muhteşem tarihi arasında, yağmur kokusunu içimize çekerek bir süre yürüdükten sonra, adanın merkezine inerek, köşe başındaki ünlü domates reçelleriyle meşhur Salto adlı dükkanına giriyor; çilek ve domates reçelleri alıyoruz. 20Hemen ardından arka sokaktaki fırına girerek bademli pudra şekerli yöresel kurabiyelerden tadıyoruz. Pudralı, bademli kurabiyemin tadı hala damağımdayken, ara sokakların birinde Meryem ana kilisesinin kahverengi duvarları gözüme çarpıyor. O yöne doğru ilerliyoruz. Kiliseyi ziyaret ettikten sonra Bozcaada meydanına iniyoruz. Bir Küçük Eylül Meselesi filminin çekildiği o küçük meydan kahvesinde oturuyoruz bir süre. Caddeler de birkaç yerli turist ve köy halkı dışında hiç kimse yok.

18:15 / Bozcaada’dan az önce çıktık ve sabah Asos’tan çıktığımızdan beri yağmur peşimizi hiç bırakmadı. Sırılsıklam oldu bütün Arnavut kaldırımlar. gezdiğim her sokağın tadı damağımda kaldı ve bir daha ki kitabımı yazmak için buralara mutlaka gelmeliyim….

Gezimin geri kalan kısmını da başka bir makalemde aktaracağım. Herkese sevgiler…

 

You may also like

Leave a Comment