Hoşça kal ve hep gel; en sıcak, en güzel, en sevdiğim, en Haziran ay!
Adınla, yıl ortalamanla, ılıklığınla 3 Haziran’ınla babamın gelişi olan 10 Haziran’la hep hoş gel hayatıma, hep güzel git benden…
Sen hep gel; ama gelişlerindeki mutluluklar kadar bıraktıklarında mutluluk versin bana. Biliyorum ki senden önce gelen Mayıs’ın tebessümü gidişinle birlikte gelen Temmuz ayında olmayacak yüzümde. Mayıs senin gelişinin mutluluğu, Temmuz ise gidişinin hüzünlü habercisi olarak kalacak yaşanmışlıklarımda ve ben o yaz çocuğu gülüşlerimde sadece seni seveceğim July!
Hayatın birçok gerçeğinin aslında küçük detaylarda saklanışı kadardı Haziran’ın bu yılda zamanından sonra döktüğü yağmurlar. O vakitsiz yağan hiçbir yağmur beklentilerimi bitirmedi benim. Yağan her yağmur damlasında gök ile birleşen tebessümlerimde saklanıyordu yılın bütün ayları. Kasım aşka göz kırpıyor, Eylül bütün sarı yapraklarını döküyor ve Aralık bütün aralıksız zamanlara doğru yol alıyordu…
Haziran kadar beklentilerim vardı işte.
Haziran’ın gelişini, yıllar yıllarrr sonra annem için aldığım ve bize verdiği mutluluk kadar, evde estirdiği Mart ayının hüzünlü havasında saklı olan Aşk merdiveni çiçeğinde gizliydi. Ben 2, 3 ve 4 Haziran’ı bütün üç Haziran’lar da kutlayıp arkasından çocukluğumdan beri süre gelen, bitmek tükenmek bilmeyen kocaman gülüşlerimle kutlamalarımla devam ettirmiştim ve 10 Haziran’la birlikte bütün güzel doğum günlerim babamın gidişindeki kapı eşiklerine saklanıyordu.
Sen yazın, toprak kokusunun, meltemin, denizin, ıslak sokak kokusunun, kırmızı bisikletin seslenişiydin. Marmara’nın yüksek kesimlerinde henüz girilmesi mümkün olmayan ama ılıklaşmaya yüz tutmuş denize bakmanın mutluluğuydun ve çocukluğumda bile kalmış olsa; okulların her yaz tatiline girişinin habercisiydin, o sevinçli karne telaşının içinde yapılan ufak bir doğum günü kutlaması kadar da tatlı ve telaşlıydın.
Hüznümdün, sevincimdin sen benim.
Kışlık kıyafetlerimden ve yılın üstümde biriktirdiği bütün ağır yüklerden hurçlara doldurduğum, evden çıkarttığım koyu kıyafetlerle kurtulmuştum; artık hafifleme zamanım gelmişti ne de olsa Haziran gelmişti ve hızlıca gidiyordu…
Mayıs’ın son günlerinde giymediğim ve aç gözlülükle aldığım bir sürü kıyafetimi kendilerine vermek için söz verdiğim çocuklara götürdüğümde o koskoca meydanda bulamadığım benim için küçük, onlar için büyük olan ve o çocukların büyük mutluluklarına geç gidişimin verdiği bulamama duygusunun hüznüyle baş başa kalışım, geride bıraktığım en hüzünlü Haziranlarımdan biriydi benim için!
Ayaklarımı yazlık ayakkabılardan çıkartıp, çıplak ayak yürüyüşlerimde çimenlere, toprağa, toprak kokusuna ve Haziran’a doyuyordum…
Yine de bazı eksikler vardı hayatımda, bu kadar mutluluğun arasında fazla kalan şeyler vardı, ben yeşil çimenlere basarken dikenlere takılıyor, kanayan diz yaralarımla sızlanıyordum. Yılın 11 ayını elimin tersiyle itip en hoş gelen zamanım bu defa yüzümde en buruk gülümseme bırakan zaman dilimi oluyordu. Geride bıraktığım 30 Haziran ayı vardı hayatımda, hiç bitmeyecek sandığım toplamda bir buçuk yılı az bir ay farkıyla geçen ve hiç bitmeyecek sandığım otuz Haziran ayı…
Her yeni sabah daha canlı ve her gece daha uzun, daha çok Haziran kokan.
İşte beni mutlu eden en güzel mevsimdeyim yine.
Her gün güneşli olmalıydın sen! Ben Haziran çocuğuydum ve her yaz çocuğu kadar neşeliydim.